Kurban bayramı gezisi yapmak değildi niyetim başta…
Dün Aydın’a hasta bayram ziyaretindeydim. Bayramda hastanenin koridorları bomboş.. “Ya doktor olmadığından ya da bayramlarda hasta olmadığımızdan” diye geçirdim içimden.. Doktor olduğunu görünce ikinci seçenek kaldı geriye.. Eğer bayram tatil vb günlerde hasta olmayan, hastaneye uğramayan insanlarsak bu çok iyi…
Zaten hastane, cezaevi, huzurevi, mezarlık gibi yerlere gidince hep garip oluyor insan… “Allah düşürmesin” diyenler olsa da; düşen kendi de düşşse; “ağlamam” dese de en azından “bir garip olma hakkı”nı kullanır.
Dönüşte yolu birazcık uzatarak “Selçuk yolundan, Çamlık üzerinden Kuşadası – Söke yapıp dönerim” dedim ve yolda beni esas süpriz karşıladı Kirazlı !…
Titrek… “Gölgelerin Gücü adına !”… He-Man…
Öğleden sonra Aydın’a yola çıkarken iki hafta önce motorun arkasına monte ettirdiğim port bagajın demirinin çatladığını farkettim. “Su borusundan olsaydı bu olmazdı” diye düşündüm. Adamlar incecik malzeme kullanmışlar.. Yada port bagaj bu motora fazla geliyor, takmamalı.
Mondial, parçaları Çin’den getirilip Nazilli’de yapılıyor diye biliyoruz. Bu motoru 2013 senesinde çılgın bir kampanyadan aldım… 1500.- TLye bugün git bir marka bisiklet alırsın ama 250.-TL daha ver 125cc sıfır bir Mondial motosikletin olur, üstelik 10 ay taksitli miydi neydi.. Çılgın kampanya yani… Nankörlük etmemek lazım son 3 senedir beni heryere taşıyor.. Eskiden eşekler, atlar, şimdi motorlar…
En güzel tarafı da bi kere kaza yaptım hastane kavşağında bana çarptı bir amca ve komple ön takım yenilendiyse bile çok ucuzdu. Aynı masraf bir başka markada olsa altından kalkamazdım sanırım.
Evet en büyük avantajı Mondialin yedek parçasının bol ve ucuz oluşu. Aldığımdan beri arıza yapmadı hep parçalar eskidi de değiştirdim desem yeri var.
Ama kardeşim böyle güzel ekonomik bir motor yapar da adam titreşimi engelleyen bir balansör yerleştirmez mi motora.. Motor kendi titreşiminden dolayı sürekli vida gevşetiyo, ön çamurluğu bile çatlatıyor hatta kırıyor.. Tireşim konusunda tam bir felaket benim motorum. Mesela azcık para daha verip 125cc yerine 150cc bir model alsaymışım aynı dert olmazmış. Geçen günlerde değiştirdiğimiz debriyaj balataları ve yeni karbüratörle çok güzel oldu motor. Kışa girerken komple elektrik tesisatını da aldım taktıracağım. Buna da şükür bir kere bile beni yolda bırakmadı desem yeridir Mondial motorumun… çocukluğumuz çizgi filmlerinde eline kılıcını alıp “gölgelerinnn gücüü adınaaa!!!” diye bağıran kahramanımız HE-MAN de binerdi “Titrek” adını verdiği Kaplanına…
Eğer birazcık param olursa Bajaj diye bir Hint motoru var niyetim ondan almak 72 km sadece 1 litre benzin yaktığının reklamını yapıyorlar, motor üstünde çift bujisi varmış. Bana “servisini parçasını bulamazsın, hiç girme” diyenler bu memlekette ithalat yasasına baksınlar. 10 sene en az yedek parça sağlayamazsan zaten Türkiyeye yeni bir motor sokmana müsade etmiyor kanunlar diye biliyorum.
Ya Yamaha, Honda, Kawasaki, Suzuki gibi çok bilinen bir Japon yada Bajaj almak niyetim. Belki de titremeyen bir Mondial alırım kimbilir…
“Duyarım yazmışsın iki satır mektup Vermişsin trene”
“Gözüm yolda gönlüm darda.. Ya kendin gel ya da haber yolla.. ”
“kara tren gecikir belkide hiç gelmez”
Aydından Selçuk Yoluna devam edip Çamlık yol ayrımına geldiğimde eskiden Efes Turlarına giderken bazan mola verdiğimiz yada yatılı Efes – Pamukkale – Afrodisyas turlarına giderken Efes Dönüşü ihtiyaç molası verdiğimiz güzel bir mekan vardı.
Aynı zamanda buradaki Tren müzesinin de sahibi olan ailenin işlettiği güzel bir restorandı burası… Aradan yıllar geçti tabii, durmadım orda devam ettim demir yoluna…
Öğrencilik yıllarında ucuz olduğundan tercih ettiğimiz İzmir treni o yıllarda posta treni diye bilirdik. Tam Çamlık tren istasyonunda ve her trenle İzmir dönüşümüzde -sanki özellikle denk gelirdi de – Denizli istikametinden gelen treni beklerdik. Bazan bir saat bazan da daha fazla.. Çünkü “demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” deken sadece tek yön ray döşenmiş. Karşıdan gelen trenin geçebileceği başka örülmüş demir ağ olmadığından karşıdan gelen treni beklemek ve yol vermek icab eder.
Onu da ingiliz mühendisler yapmış.
Aydın – İzmir demiryolunun Cumhuriyetin ilk demiryolu hattı olduğunu da herkes biliyordur.
Dünyanın 7 harikasından biri olarak adlandırılan ve bugün kalıntılarından bir kısmı Londra’daki British Museum’da sergilenen Artemis Tapınağından kalanlar Selçuk’ta kocaman bir çukur ve bir yarım sütun..
Dünyanın 7 harikasından biri ?
Genel kültür olsun diye yazayım: İzmir-Denizli arasında İngilizler tarafından inşa edilecek tren yolunun mimarı J.T. WOOD, 1863 yılında Ayasuluk’a yani Selçuk yakınlarına gelmiş.
Bazı kaynaklara göre Mühendis bazı kaynaklara göre hazine avcısı J.Turtle Wood özellikle bu hattı istemiştir.
British Museum adına kazılara başlayan WOOD, yedi dünya harikasından biri sayılan, fakat yerinin nerede olabileceğini kimsenin tahmin etmediği Artemision’u bulmak için 1874 yılına kadar kazılarını sürdürmüş. Nihayet 1869 yılında Tiyatroda bulduğu bir yazıt, tapınağın yeri ile ilgili bazı ipuçları vermiş.
Artemis Tepınağının mimari parçaları yüzyıllarca başka yapıların inşasında kullanıldığından eski büyük tapınağın ancak birkaç parçasını, bugünkü toprak seviyesinin çok altında zemin sularının içinde bulabilmiş.
Ve tabii Demiryolunun Aydın Denizli hattının İzmir Selçuk kısmını ilk önce tamamlayıp gemilere tarihi eserleri yükleyip Londradaki müzeye teslim etmiş o da ayrı bir hikaye…
Neyse.. Demir yoluna vardığımda çevresinde bol miktarda köy kahvaltısı sunulan bağ evlerinin artık ciddi anlamda bir sektör olduğunu gördüm. Belki de bu Köy Sofralarının, köy kahvaltılarının çıktığı yer burasıdır demeden devam edince yol çatallaşıyor…
Sağ taraf direkt sizi Kuşadasına, sol taraf ise Kirazlı tabelasına yönlendiriyor.
Sola Kirazlıya devam edince yem yeşil bir vadi beni karşıladı.
Çam ormanlarının kıyısına yeşil bir zamkla tutturulmuş bir cennet vadi içinden İngilteredeyken ordaki köylerde bile göremeyeceğim düzgünlükte bir sıcak asfalt, dar yol boydanboya modern bağlar içinden geçiyor.
Sessizlik… huzur… bayram olmasına rağmen alabildiğine sakin…
Şarap yazsam blogum kapatılır mı ? yazmasam çatlar mıyım ?
Şirince köyü anayoldan ayrılan 10 kilometre tepede bir şirin köyümüzdür Ege’de… Anayoldan yaklaşık 10 km tepede oluşundan mı bozulmadan kalmıştır yoksa turizmin iyi etkisi midir bilemem ve bir başka yazımın konusu olabilir.
Sağlı sollu Kirazlı bağlarının içinden geçip Gökçealan köyüne girdiğimde burada bir de şaraphane olduğunu, firma sahiplerinin burada ürettikleri şaraplarını Şirince’de pazarladığını da öğreniyorum.
Yol kenarında bir çift masalarında üzüm görünce yanaşıp sohbet ediyorum.
Fevzi Amca ve hanımının ellerini öpüp bayramlaştıktan sonra masaya koydukları üzümleri tadıyorum.
Sofralık Alfonse Lavelle ve bizim Osmanca (burada Osmancık diyorlar) üzümlerinden bir tabak doldurmuşlar masanın üzerine, arada atıştırıyorlar ne güzel. Bu sene bazı üzümlere hiç ilaç da atmamışlar sulşamamışlar da, kendi kendine ne olduysa o… Ayrılıp devam edince kuşadası yolu boyunca Akköy’deki gibi yol kenarına tezgah açan çiftçiler, bahçe sahipleri görüyorum. Ve bahçesinin köşesine yaptıkları evlerinin bir kısmını köy kahvaltısı veren mekanlara çevirdiklerini görüyorum. çok talep var demek ki doğanın yeşilin kucağına, sessizliğe kaçmanın moda olduğu serin bahçe köşelerine…
Akşam olmak üzere Son tepoeden ardıma bakıp Vadiyi bir fotoğraf çektim. Sonra arkamı dönüp denizin içinden yükselen dağlarıyla Samos Adasının ardına saklanmakta olan günbatımını çektim bir poz.
Kuşadasının kenarından anayola çıkıp Sökeye, ordan da Akköye döndüm.
Yaklaşık 20 kilometre Çamlık Tren istasyonunda Kuşadasına