av bitti balıklar limana

Didimde Hava nasıl olursa olsun sizin havanız yerinde olsun.

Merhaba !

“Gelmeyecek bu yaz bu sene” diye diye yazı bu duruma getiren insanoğlu bin pişman bile olsa klimaların A+++ serisini arayadursun üstüne bir de Afrikanın balta girmemiş ormanı kalmadığından mıdır yoksa nedendir bilinmez çöl sıcakları kavuruyor.

Kuruduk

Eh sadece iklim değil; insanlar da değişti zamanla. Bir yere gittiğinizde buyur ederken çay kahve ikram ederken “açlık varmı” diye sorulurken şimdilerde su bile yok çoğu yerde, “bir kuru merhaba alıyorsam çok şanslıyım” diye iç geçirdiğim oluyor hatta…
Var olanda gırla, olmayanda zaten yok..

Bir de gırla olsa bile halen aç olan garibanlar var…
Adamın bilmem kaç trilyonu var halen akrabalarıyla, köşedeki simitçiyle felan uğraşır durur… Hazine arazisindeki çalı içinde kendiliğinden çıkan delice zeytinin çevresine çarşaf gerip o deli zeytinleri toplamaya çalışır… sorsan “asidi düşürüyomuş” der..
Asıl gerçek: o zeytinin çevresindeki çalılığı köklese, ağacı rahatlatsa, aşılayıp ehlileştirse birincisi çok zahmetli iş, ikincisi “yer işgal ettin” diye maliye ecrimisil ödettirir.
Bunu bir gariban yapsa zaten engel olurlar ve de o gırla malı parası olan esas gariban diğer gerçekten ihtiyacı olan garibana yapmadığını, yaptırmadığını bırakmaz…
Taş uzaktan gelmediğinden bilirim -kahve de Yemenden gelmez-…

IMG_0002-001
Altınkumdaki balıkçının değmeyin keyfine
dizmiş balıklarını sabahtan nasibini kovalıyor
O akasya… o bahar…
eski bir şiirim geldi aklıma
————————————

köyüm
o akasya, o bahar…
o sardalya ve o şaraptan
bir sonraki mevsim…

o turp, ebegümeci, o yumurta
o güneş, o sarı
deniz.. mavi..

taşduvarlar.. yağgülleri..
mahremiyetim… köyüm… kimsecikler…

o, yokluk içindeki varlığımız…

Erkin İlgüzer 2003 Akköy

Yani aslında varlık…

Var olma, varlıklı olma…

Dünya malı dünyada kalıyor, kimsenin Marsa felan gönderdiğini görmedim. 
Ama ozan ne demiş
“Güzelliğin on pare etmez
şu bendeki eşk olmasa”
Aşkla bakmasını bilmeden Aşkla bakılmaz..
Aşkla da bakılmıyorsa hepsi boş o zaman..
Aşkla kanatları yanan pervane mi? yoksa kanatları mangala dizen divane mi.. bilemem…
 içinde yoksa aşk kırıntısı çevrende de olmuyor, olsa da göremiyorsun.

Yani aslında çok zenginiz… Akvaryumdaki balık kadar da denize yabancı durumlar içinde bir zenginlik…
Ama Miletli Tales’e gelene kadar Aristo bile taa o zamanlar söylemiş: 

Aristoteles’e
göre, felsefenin gelişmesi için iki ön koşulu var: Öncelikle,
felsefe yapacak kişinin “tuzu kuru” olmalı.
Yani o kişi, maddiyat kaygısına düşmeden kendini sadece düşünmeye
verebilmeli. İkincisi, kisi gerçek bir merak duygusuna sahip
olmalı ve en doğal görünen gerçekleri bile sorgulayabilmeli.
İşte, Milet’te bu iki koşulun bir araya gelmesiyle, tarihin gerçek anlamdaki ilk
filozofu kabul edilen Thales
ve onun devamında, Anaksimenes ve
Anaksimandros
ortaya çıkmış. Babillilerden aldığı astronomi bilgisi ve Mısır’dan
getirdiği söylenen geometri bilgisi dışında Thales’in asıl önemi, aklına
takılan sorularda. “Neyin var olduğu” ve “neyin gerçek oldugu”
gibi sorular sayesinde Thales, o güne dek doğadaki her olayı ayrı bir
tanrının varlığına bağlayan mitolojinin ötesine geçerek; her şeyin
nedenini, doganin kendisinde aramaya basliyor. Thales ve ögrencilerinin “Fizikçiler
Okulu”
diye anılmasi ve pozitif bilimin temellerini attiklarinin söylenmesi de bu yüzden.

Thales’e göre, evrenin asıl maddesi sudur; her şey sudan gelir ve suya döner. Dünya, “okeanos” denilen dev bir su kütlesi içinde yüzen, düz bir tepsidir onun zihninde. Anaksimandros ise, dünyanın sıcak ile soğuğun birleşmesinden doğduğunu savunur.

 Şimdi başa dönelim, “Varlıklı” olmak yani “tuzu kuru” olmak Felsefe yapmak için birinci şartmış.
Benim gibi tuzunuz kuru değilse anca çerezlik makaleler yazarsınız mı demek oluyor bu ?
Belki de…
Yani bir bardak su bile ikram etmekten aciz varlıklılar arasında bir kuru merhabaya da eyvallah diyorsa adam bu da onun zenginliği olsa gerek…
Eh.. Tales’e göre de evrenin asıl maddesi “su”.. Kimi yoğurtla karıştırıp ayran yapıyor Kimi de suyu bile bulamadığından, bulduğunda da sek içtiğinden bayram yapamıyor ayrı mesele… 
Milet Akköyün 3 kilometre yamacında, gidin gezin, kimler gelmiş kimler geçmiş görün…
Sıtmaya, koleraya, o zamanlar aşısı bile olmayan su çiçeği, kabakulak gibi basit hastalıklara hatta kılıç yarasının iltihabına ömür terketmiş  gencecik insanlardan kalanlar belki de…
Buna rağmen şiir yazan, felsefe yapan, tiyatro yapan; hayatlarını zenginleştiren insanlar.. Demek ki parayla değil herşey…